Peygambere Muhalefet ve Yıkım
Osmanlı devleti Müslümanların dağılıp parçalandığı, doğuda Moğol istilasının sürdüğü, batıda Bizans tehdidinin yaşandığı zor bir dönemde kurulmuştur. Osmanlı devleti hüküm sürdüğü sürede genel manada Müslümanların birliğini sağlamış, Hilafet makamını devam ettirmiş, İslam hukukunu yürürlüğe sokmuş ve mazlum milletlerin korunmasını sağlamıştır. Osmanlı devletinin yıkılması ise dünyada barışın, huzurun bozulmasına ve savaşların çıkmasına sebep olmuş. İslam coğrafyasının parçalanmasına, işgal edilmesine ve emperyalist devletler tarafından sömürülmesine kapı açmıştır. Bu durum bizlere şu ayeti kerimeyi hatırlatmaktadır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hani Rabb’iniz size şu bildiriyi yapmıştı: “Eğer emirlerime boyun eğerek Bana şükrederseniz, size verdiğim nimetleri kat kat artıracağım; ama eğer nankörlük ederseniz, bilin ki Benim azabım çok çetindir!” (İbrahim Suresi: 7)
Osmanlı Devleti neden yıkıldı? Müslümanlara lütfedilen İslami devlet, Hilafet ve yeryüzüne egemenlik nimetini Allah Teâlâ Müslümanların elinden neden çekip aldı. Osmanlı devletinin yıkılmasının elbette birçok sebebi var. Biz bu yazımızda Osmanlı devletinin yıkılmasına neden olan ancak fazla bahsedilmeyen önemli bir sebebini anlatmaya çalışacağız. Ancak bu konunun doğru anlaşılabilmesi için önce İslam’ın en güzel yaşandığı asrısaadet dönemine bir yolculuk yapmamız gerekiyor.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in başka din mensuplarıyla ilişkilerine baktığınız zaman şunu görürsünüz.
Peygamberlikten önce veya sonra herhangi bir önyargı içerisinde olmadan çevresiyle veya başka din mensuplarıyla ilişkiler kurduğunu görmekteyiz. Bu ilişkiler insani ilişkiler, akrabalık ilişkileri, sosyal ilişkiler, komşuluk ilişkileri, ticari ilişkiler veya siyasal ilişkiler şeklinde olduğunu görmekteyiz. Bu ilişkilerin iyi niyet, anlayış ve hoşgörü içinde sürdürülmüş ve bu insanlar her fırsatta hakka davet edilmiştir. Bu ilişkilere birkaç örnek verelim.
Yahudilerle Medine vesikasının yapılması, Peygamber’in bir Yahudi ile yaptığı alışveriş karşılığında zırhını rehin olarak bırakması. Değişik din mensuplarıyla siyasi anlaşmaların, ticari faaliyetlerin yapılması. Değişik din mensuplarıyla oturup konuşulması, ilmi münazaraların yapılması. Değişik din mensuplarının Medinede misafir edilmesi onların güzelce ağırlanıp hakka davet edilmesi. Kısaca Allah Rasulü Mekke’de Medine’de çeşitli din mensuplarıyla iyi niyet, anlayış ve hoşgörü içinde ilişkiler sürdürülmüştür.
Allah Resulünün başka din mensuplarına karşı iyi niyetli ve tatlı dilli olmasını Kur’an emrediyordu. Çünkü bu insanların önce hikmetle ve ibret verici güzel öğütlerle İslam’a davet edilmeleri gerekiyor. İstenmeden tartışma olduğunda bile kaba ve kırıcı davranmadan, gönül incitmeden konuşarak bu insanlara tebliğ yapılması gerekiyor. Bu insanlardan belki öğüt alan veya en azından ilahi azaptan korkup zulüm ve haksızlık yapmaktan vazgeçenler çıkar. Allah Teâlâ Firavun gibi bir zalime bile davet yaparken böyle davranılmasını istiyor.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Onunla tatlı dille konuşun ki, belki öğüt alır yahut korkup çekinir.” (Taha Suresi: 44)
Ancak şuna da dikkat edilmesi gerekir Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem başka din mensuplarıyla olan ilişkilerin de hiçbir zaman İslam’dan tavizler vermemiştir, İslam’ın hükümlerini gizlememiştir, onların batıllarını asla kabul etmemiştir, onların karşısında izzetli olmuştur ve onları her fırsatta İslam’a davet etmiştir. Müslümanların bunları örnek almaları gerekir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ve Müslümanların başka din mensuplarına karşı gösterdikleri iyi niyet, anlayış ve hoşgörü sebebiyle birçok insan Müslüman olmuştur. Müslümanların başka din mensuplarına karşı gösterdikleri iyi niyet, anlayış ve hoşgörüye rağmen Müslüman olmayan küfründe inat eden kâfir toplumlar ise İslam’ı tahrif etmeye çalışmışlar. Müslümanları sinsice arkadan vurmuşlardır. Allah Teâla küfürde inat eden bu kâfirlerin İslam’a ve Müslümanlara karşı kin ve düşmanlık beslediklerini bildirerek Müslümanları bu konuda uyarmıştır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“…Onlar, eğer güçleri yetse, sizi dininizden döndürene dek sizinle savaşmaktan geri durmazlar. İçinizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte öylelerinin dünyaya ve ahirete yönelik tüm yaptıkları boşa gidecektir. Onlar, cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır.” (Bakara Suresi: 217)
“Ey iman edenler! Sizden olmayan hiç kimseyi kendinize dost edinmeyin! Onlar, size fenalık etmekten asla geri durmazlar; Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları, ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise, çok daha büyüktür! Eğer aklınızı kullanıyorsanız, işte ayetlerimizi size açıkça bildirdik!” (Ali İmran Suresi: 118)
Bu ayeti kerimelerde Kâfirlerin Müslümanlara karşı besledikleri kin ve düşmanlıkları anlatılmaktadır. Bu kâfirlerin Kalplerinde gizledikleri kin ve düşmanlığın ise çok daha büyük olduğu bildiriliyor. Bu sebepten Müslümanların dikkatli olmaları ve tedbir almaları isteniyor. Çünkü bu kâfirler özellikle Müslümanların zayıf zamanlarında toplumunu ifsat ederek, ahlakı bozarak, fitne çıkararak, askeri ve siyasi darbeler yaparak Müslümanları arkadan vurmuşlardır. Öyleyse; Müslüman toplumların ve İslam devletlerinin bekası için ne gibi tedbirler alınması gerekir. Biraz düşünün!
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in hayatına baktığınız zaman Gayrı Müslümleri İslam’a kazandırmak için iyi niyetli, anlayışlı ve hoşgörülü davranmış ve bu insanlar her fırsatta hakka davet etmiştir. Ne zaman ki bu iyi niyet suiistimal edilmeye başlanmış Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’de tavrını davranışını değiştirmiştir.
Örneğin; Medine döneminde özellikle Yahudilerle yaşanan ilişkilerde bunu görmekteyiz. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicretini müteakip, kendisinin gelişinden memnun olmayan Yahudilere karşı gayet iyi davranmış ve onlara karşı takındığı tavırlarında yumuşaklık ve anlaşma arzusunda olduğunu göstermiştir. Buna rağmen Yahudilerin Müslümanlara karşı tutumlarının hiç de dostane olmayan ölçülerde gelişmesi, her fırsatta Müslümanları arkadan vuracak girişimlerde bulunmaları Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ‘in sergilediği tutumun değişmesine vesile olmuş yapılan ihanetler Yahudilerin Medine’den sürülmelerine sebep olmuştur.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanlara ihanet eden ve ilk fırsatta arkadan vurmaya kalkışan başta Yahudiler olmak üzere diğer kâfir toplulukları Arabistan topraklarından çıkararak İslam’ın doğduğu toprakları, Müslümanların merkezini, İslam devletinin başkentini güvenceye almak istemiştir. Allah Resulü bu konuda ümmetine örnek olmuş ve yol göstermiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Allah’ı ve ahiret gününü arzulayan ve O’nu sürekli anıp yücelten kimseler için Allah’ın Elçisi, gerçekten size mükemmel bir örnektir. (Ahzab Suresi: 21)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatına yakın bir zamanda Arap yarımadasında bulunan Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin çıkarılmasını emrediyor. Allah Resulü bu vasiyetini değişik zamanlarda ve değişik lafızlarla birçok sahabeye bildiriyor. Bu hadisleri rivayet eden sahabeleri ve bu hadisleri şöyle sıralayabiliriz.
Ömer b. Hattab’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Yahudileri ve Hıristiyanları Arap Yarımadası’ndan çıkaracağım ve orada Müslümanlardan başkasını bırakmayacağım” Dedi. (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned)
Abdullah b. Abbas’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatı esnasında üç şey vasiyet etti.
Bunlardan biri de “Müşrikleri Arap Yarımadası’ndan çıkarın.” İdi. (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned)
Ebu Ubeyde’den (r.a.) rivayet edildiğine göre. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ‘in son söyledikleri şunlardı:
“Yahudileri Hicaz’dan, Necranlıları Arap Yarımadası’ndan çıkartın.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, İbn Ebi Şeybe, Musannef-u Ebi Şeybe)
Ali b. Ebu Talib’den (r.a.) rivayet edildiğine göre. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Ey Ali! Benden sonra şayet idareci olacak olursan, Necranlıları Arap Yarımadası’ndan çıkart.” (Abdurrezzak, el-Musannef, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned)
Ümmü Seleme’den (r.a.) rivayet edildiğine göre. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Yahudileri Arap Yarımadası’ndan çıkarın.” (Mu’cemu’l-Kebir, Taberânî)
Cabir b. Abdullah’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Müşrikleri Arap Yarımadası’ndan çıkaracağım” Dedi. (İbn Ebi Şeybe, Musannef)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den rivayet edilen bu hadislerden şu sonuçlar çıkarılabilir.
Gayr-ı Müslim unsurların İslam’ın ilk doğduğu topraklardan çıkartılmasını vasiyet ediyor. Hadislerde hangi bölgelerden kimlerin çıkartılması gerektiğini özellikle belirtiyor. Bu hadislerin söylendiği zaman dilimi, Abdullah b. Abbas’ın (r.a.) ve Ebu Ubeyde’nin (r.a.) rivayetlerinde de yer verdiği üzere Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vefatına yakın bir zaman diliminde söylendiği anlaşılıyor.
Ömer radıyallahu anh ve Sürgün Hadisleri
Gayr-ı Müslimlerin tehciri uygulaması Ömer radıyallahu anh devrinde gerçekleşmiştir. Ömer radıyallahu anh hicri 20 miladi 641 yılında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem devrinde kendileriyle anlaşma yapılmış olan Hayber ve çevresindeki Yahudileri ve Necranlı Hıristiyanları bu topraklardan çıkarmıştır. Ömer radıyallahu anh Necran’daki Hıristiyanları da Kûfe yakınındaki bir bölgeye göndermiştir.
Ömer radıyallahu anh ‘ın Yahudileri ve Hristiyanları bu topraklardan sürmesinin temel nedeni Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in bu hadislerde belirttiği vasiyetidir. Bazıları bu hadislerde belirtilen vasiyeti neden Ebubekir radıyallahu anh yerine getirmedi diye soracak olursa bunun sebebi şudur.
Ebubekir radıyallahu anh iki yıllık hilafeti döneminde yalancı peygamberlerin çıkması, bazı kabilelerin dinden dönmesi, bazı kabilelerin zekât vermeyeceğini bildirmesi sebebiyle bu olaylarla uğraşmıştır. Bu sebepten Ebubekir radıyallahu anh hilafeti döneminde bu sorunlarla uğraşmıştır. Bu sorunlar çok daha önemli ve acil halledilmesi gereken konulardır.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu milletlerin İslam’a ve Müslümanlara olan düşmanlıklarını iyi bildiği için ileride bu milletler İslam toplumunu ifsat eder, siyasi ve askeri darbeler yaparlar, İslam devletine ihanet ederler diye bu kâfir milletlerin İslam devletinin merkezinden uzaklaştırılmasını vasiyet ediyor. Ömer radıyallahu anh Bu vasiyeti yerine getirmek için Arabistan topraklarındaki Yahudi, Hristiyan ve Müşrikleri başka coğrafyalara göndermiştir.
Asırlar sonra Osmanlı devleti Peygamberin bu vasiyetini örnek alıp buna göre bir siyaset, buna göre icraat yapması gerekirken, Osmanlı devleti Peygamberin bu vasiyetinin tam aksi yönde siyaset ve icraat gerçekleştirdi. Osmanlı devleti hilafetin bekası için İstanbul’da yaşayan Gayrı Müslimleri başka coğrafyalara göndermedi. Üstelik birde Osmanlı devleti Endülüs’teki Yahudileri gemilerle taşıyarak hilafetin başkenti İstanbul’a, devletin merkezi Anadolu’ya ve yakın coğrafya Selanik’e yerleştirdi. Oysa Osmanlı Devleti şerlerinden uzak olmak için ve devletin bekası için bu Gayrı Müslimleri uzak bir coğrafya ya göndermesi gerekirdi. Ancak Osmanlı devleti merhamet ve hoşgörü konusunda durması gereken yerde durmadı. Böylece Osmanlı Devleti gelecekte başına büyük bir bela almış oldu.
Bugün bir kısım Müslümanlar sanki Allah Resulü gayrı Müslimleri Arabistan topraklarından göndererek zulmetmiş gibi eziklik yaşamaktalar. Sanki Allah Resulü yanlış yapmış, zulmetmiş gibi bu sahih hadisleri görmezden gelmekteler. Bu Müslümanlara göre dedeleri Osmanlı ise Gayrı Müslimleri hilafetin başkenti İstanbul’a yerleştirerek, İslam devletinin merkezi Anadolu’ya yerleştirerek çok hayırlı bir iş yapmış gibi övünürler gurur duyarlar. “Celladına âşık bir millet.” Tabiri sanki bu cahil Müslümanlar için söylenmiş.
Acaba; Osmanlı Peygamberden daha mı merhametliydi veya Osmanlı Peygamberden daha mı iyi Müslümandı veya Osmanlı Peygamberden daha mı iyi biliyordu? Yoksa peygamber Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin Arap yarımadasından çıkarıp başka coğrafyalara göndererek zulüm mü yaptı? Peygambere muhalefet ederek bu kâfir milletlerin hilafetin başkentinde kalmasına müsaade eden Osmanlı, bu yetmemiş gibi birde Endülüs’ten gelen Yahudileri İstanbul’a ve Anadolu’ya yerleştirdi. Buna gaflet mi desek, birilerinin ihaneti mi desek bilmiyorum. Osmanlı fazla zaman geçmeden Peygambere muhalefet etmenin belasını bulmaya başladı. Osmanlı devletinin merkezine sirayet eden ifsad edici ve yıkıcı virüs çok geçmeden İslam toplumunu ifsat etmeye, İslam devletini kontrol etmeye ve tehdit etmeye başladı.
Osmanlı devletinin yıkılmasında en büyük rolü ve ihaneti Yahudiler gerçekleştirdi. Demek ki Allah Resulünün bildiği bir şeyler varmış. O Peygamber asla kendi arzu ve hevesinden konuşmuyor. O Peygamber’in konuşması, icraatı bu kendisine Allah tarafından gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. Bize düşen ise onu örnek almaktır, muhalefet etmek değil.
Osmanlı devleti İslam’a bayraktarlık yapmış ve ümmetin birliğini sağlamıştı. Birçok hayırlı ve güzel icraatları olduğu gibi özellikle son dönemlerinde birçok batıl ve yanlış icraatları da olmuştur.
İslam’a ve Müslümanlara kin güden Yahudiler bir istihbarat örgütü gibi faaliyet gösterdi. Osmanlı topraklarında yaşayan diğer gayrı Müslimleri de kışkırtarak organize ettiler. Osmanlı Devletini yıkmak için 1784 yılında İttihat ve Terakki masonik cemiyetini kurdular. Bu ihanet şebekesi; Yalan haber, algı operasyonu, toplumsal fitne, orduyu darbeye kışkırtma, padişahlara komplo, adam satın alma, siyasi cinayet, tehdit, rüşvet gibi birçok olayı planlayarak yaptılar. Osmanlı devletinde çıkan birçok toplumsal fitne, halk ayaklanması, siyasi cinayet, askeri darbe gibi olaylarda bu ihanet şebekesinin parmağı vardır. Bu ihanet şebekesi ayrıca orduya ve bürokrasiye sızmayı başardı.
İttihat ve Terakki ihanet örgütü son olarak Osmanlı ordusuna sızan İttihat ve Terakki taraftarı olan asker ve komutanların oluşturduğu askeri birlikler. İstanbul, Anadolu ve Selanik’te bulunan Gayrı Müslimlerin oluşturduğu çetelerin de yardımıyla İstanbul’a baskın yaparak darbe ile Abdülhamit’i tahttan indirdiler. Yerine kendi kontrollerinde bir padişah atayarak Osmanlı yönetimini ele geçirdiler. Ordudaki ve bürokrasideki uyuyan hücreleri harekete geçirerek devleti tamamen kontrol etmeye başladılar. 1909 yılında yapılan bu darbe ile Osmanlı yönetimini ele geçiren bu ihanet şebekesi 600 yıllık bir İmparatorluğu 8-9 yıl gibi kısa bir zamanda yıkmayı başardılar.
Darbeciler Abdülhamit’i tutuklayıp işkence ettiler. Darbeci İttihat ve Terakki Cemiyetinin elebaşları Yahudi, Hristiyan, Rum, Ermeni ve kâfir Türklerden oluşuyordu. Osmanlı devletine sormak lazım bu lağım farelerinin Osmanlı Devletinin başkentinde ve merkezi olan Anadolu topraklarında ne işleri vardı. Bu lağım farelerinin köstebek gibi Osmanlı sarayına sızabileceklerini hiçmi düşünmediniz? Allah ve Peygamber düşmanı olan bu kâfirleri zamanında başkent İstanbul’dan, Ümmetin merkezi Anadolu’dan neden uzaklaştırmadınız. Peygambere muhalefet edip birde İspanyadan gelen Yahudileri İstanbul’a ve Anadolu’ya yerleştirdiniz. Peygamberden daha merhametli ve daha hoşgörülü olmaya kalkışırsanız işte böyle devletiniz elden gider ve perişan olursunuz.
Bir darbe ile Osmanlı yönetimini ele geçiren bu ihanet şebekesi Osmanlı Devletini yıkmak için bilerek ve kasıtlı olarak Balkanlar’da, Kafkaslarda, Trablusgarp’ta, Filistin’de birçok savaşın çıkması için zemin hazırladılar. Bu savaşlarda Osmanlı ordusunun yenilmesi için oyunlar tertiplediler.
Darbe ile işbaşına gelen İttihat ve Terakki yönetimi bakınız neler yaptı; Sarıkamış’ta 90.000 Osmanlı askerini bilerek ölüme gönderdiler. Bu askerler tek kurşun atmadan donarak şehit oldular. Filistin cephesinde 65 000 Osmanlı ordusunu İngilizlere esir verdiler. Bu cephedeki hain komutanlar sonradan kahraman ilan edildiler. Balkan savaşları İttihat ve Terakki yanlısı komutanların beceriksizliği ve ihanetleri sebebiyle kaybedildi. Balkanlarda 2 milyondan fazla Müslüman öldürüldü, bir o kadarı da sürgün edildi. Çanakkale savaşlarında her türlü ihaneti yaptılar 250 000 şehit verildi. Örneğin 57. Alayın tamamı şehit olmasına rağmen ne hikmetse bazı komutanlar ölmediler! Çünkü onlar “Ben size taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum” diyerek sadece ölmeyi emreden ittihatçı hainlerdi. İttihat ve Terakki yönetimi son olarak Osmanlı devletini bilerek kasten 1. Dünya savaşına sokarak devleti tamamen bitirdiler. Bu hain şebeke Lozan ihanet anlaşması ile Osmanlı’yı efendileri olan İngilizlere, Fransızlara ve Yunanlılara teslim ettiler.
Bir milletin bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya gönderilmesi başka bir ifadeyle sürgün edilmesi Müslüman olmayan milletlerin çok daha fazla yaptığı bir icraattır. İnsanlık tarihine baktığınız zaman bir kısım milletlerin sürekli başka coğrafyalara gönderildiği, sürgün edildiğini görürsünüz.
Orta Asya’da yaşayan Türkler Moğolların sürgün etmesi sebebiyle Ortadoğu’ya ve Anadolu topraklarına göç etmişlerdir.
Rusya birçok Müslüman toplumu farklı coğrafyalara sürgün etmiştir. Örneğin; Kuzey kutbunda Yakutistan’da yaşayan Türkler bu bölgeye Ruslar tarafından sürgün edilmiştir.
Yakın tarihte Arakan’lı Müslümanlar kendi yurtlarında soykırıma tabi tutulmuşlar ve kalanlar ise başka ülkelere sürgün edilmiştir.
Tarihini bilmeyen, dostunu ve düşmanını tanımayan bir millet aldatılmaya, sömürülmeye ve yıkılmaya mahkûmdur.
Şöyle sorsak; Osmanlıyı yıkan İttihat ve Terakki denen ihanet şebekesi şimdi nerede? Osmanlı yıkıldıktan sonra bu ihanet şebekesi mensupları yer yarılıp içine mi girdiler!
Şöyle sorsak; Son yüz senedir bu milletin başına bela olan Heykel Partisi 1923 te kurulmadan önce neredeydi, bunlar gökten zembille mi indiler!
İşte bu soruların cevabını bulursanız meseleyi daha iyi anlar ve çözersiniz.
Osmanlı Devletini Yıktılar ve Yeni Bir Sayfa Açıldı.
Osmanlıyı yıkan İttihat ve Terakki denen masonik hain şebekenin görevi sona ermişti. Bu hain şebeke bu günkü Türkiye topraklarının 4-5 katı büyüklüğündeki Osmanlı toprağını 8-9 yıl gibi kısa bir zaman içinde efendileri olan İngilizlere, Fransızlara ve Yunanlılara teslim ettiler. Osmanlı yıkılırken bu hain şebeke mensupları bu defa işgal altındaki Anadolu topraklarında kendi kontrolleri dışında bağımsız ve İslami bir devlet kurulmasını engellemek için. Eğer bir devlet kurulacaksa da kendi kontrollerinde, batıya bağımlı laik bir devlet kurmak için kendi adamlarını Anadolu’ya, Samsun’a, Sivas’a Ankara’ya göndermeye, görevlendirmeye ve atamaya başladılar.
İttihat ve Terakki masonik örgütü isim değiştirerek ihanetine devam etti. Yeni örgütün ismi Heykel Partisi oldu. Bu ihanet örgütü Anadolu’da iktidarı iyice ele geçirene kadar Müslümanlık ve kahramanlık rolleri oynadılar. Bu hain şebeke; İslam deyip şeriatı övdüler, ümmet deyip hilafete sarıldılar, cihat deyip asker topladılar, camilerde hutbe okudular, Kur’an ile meclis açtılar, hocalarla dualar ettiler, vatan deyip milli marş yazdırdılar, önder şahsiyetleri vekil yaptılar ve beraber poz verdiler…
Heykel Partisi diğer taraftan sessiz ve sinsi bir şekilde muhaliflerini susturdular, tehdit ettiler, öldürdüler, sürgün ettiler ve işleri bitince vekillikten azlettiler. Onların yaptığını işgalci kâfirler bile yapmadı ve yapamadılar. Çünkü onlar vücuda sirayet eden mikrop gibi görünmezler. Çünkü onlar bukalemun gibi her surete girip her renge boyanırlar.
Bu hainler kendi elleriyle böldükleri, parçaladıkları yıktıkları ve işgalcilere teslim ettikleri Osmanlı Devletini güya kurtarmak için koyun postuna girip Anadolu’ya koştular. Kurtuluş mücadelesi veriyoruz deyip Müslümanlık kisvesine büründüler, kahramanlık rolü oynadılar, vatan millet edebiyatı yaptılar. Anadolu’da yönetimi iyice ele geçirince İslam’a ve Müslümanlara karşı gizledikleri kinlerini ve düşmanlıklarını kusmaya başladılar.
Heykel Partisi denen halk düşmanı putperest şebeke Anadolu’da iktidarı iyice ele geçirince “Kin ve düşmanlıkları, ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise, çok daha büyüktür!” ayeti yeniden tezahür etti. O putperest kâfirler; Gerçek kahramanların ve gerçek mücahitlerin kimini sürdüler, kimini hapsettiler, kimini astılar. Şeriatın kelimesine bile tahammül etmediler. Ümmeti yıkmak için hilafeti kaldırdılar. Askeri kirli emelleri için kullandılar. Ezanları susturup camileri ahıra çevirdiler. Kuran’ı yasaklayıp alfabeyi değiştirdiler. Papazları Diyanet reisi yapıp, hocaları astılar. Laikliği getirip vatanı kirlettiler. Putperest ayinler yapıp çağdaşlık dediler. Önder şahsiyetleri asıp hain dediler. Hakikatleri gizleyip yalancı bir tarih yazdılar. El hâsılı o putperest şebeke kinini ve küfrünü kusmaya devam ediyor…
Allah’ın Resulü Muhammed Aleyhi ve Sellem şerleri Müslümanlara dokunmasın diye Mekke’den, Medine’den, Arabistan’dan uzaklaştırdığı o azgın kâfirler Osmanlıyı yıkıp ve Anadolu’yu esir aldılar.
Allah’ın Resulü Muhammed Aleyhi ve Sellem ’in bir icraatını görmezden gelen, beğenmeyen kendince daha hoşgörülü, daha merhametli ve daha iyi Müslümanlık taslayan bir milletin başına gelenleri kısaca anlatmaya çalıştık.
Demek ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Yahudileri, Hristiyanları ve Müşrikleri Arabistan topraklarından, İslam devletinin başkentinden, Müslümanların merkezinden sürmekle gelecekte ortaya çıkacak büyük fitneleri, ihanetleri ve darbeleri engellemiş.
Keşke Osmanlı Devleti Peygamberin bu icraatını örnek alsaydı. Hilafetin başkentine ve Müslümanların merkezine Yahudileri yerleştirmeyi değil de Hilafetin başkentinden ve Müslümanların merkezinden bütün gayrı Müslimleri başka coğrafyalara göndermeyi akıl etseydi.
Demek ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha hoşgörülü olmaya kalkarsanız ya mazlumlara zulmedersiniz ya da gelecekte birçok fitneye sebep olup birilerinin canını yakarsınız.
Demek ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha iyi Müslüman olmaya kalkarsanız ifrat veya tefrite düşüp yoldan saparsınız.
Demek ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha hoşgörülü daha iyi Müslümanlık olunmuyormuş. Osmanlı Devleti hoşgörü maskesi altında Peygambere karşı yaptığı muhalefetin cezasını devletin yıkılışıyla görmüş oldu.
Ümmet olarak biz bu fitneyi hala başımızdan def edemedik.
İslam İfrat ve tefritten uzak vasat bir dindir. Müslümanlar her meselede dengeli olmak zorundadır. Müslümanlar Peygamberi övmede bile haddini aşmamalıdır, dengeli olmalıdır. Önceki ümmetler peygamberleri övme konusunda aşırı gidip haddi aştıkları için yoldan saptılar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı yücelttikleri (ve aşırı derecede övdükleri) gibi siz de beni yüceltmeyiniz (ve övmek de aşırı gitmeyiniz). Ben ancak Allah’ın kuluyum. (Benim için) Allah’ın kulu ve elçisi deyiniz.” (Buhari, Ahmed Bin Hanbel Müsned)
Bu din bize merhametli olmayı, mazluma yardım etmeyi emrediyor. Ancak bu din bize her konuda olduğu gibi merhamet konusunda da vasat olmayı, ifrat ve tefrite düşmemeyi de emrediyor. Örneğin: Hayvan hakları deyip, hayvanları seviyoruz deyip köpekleri eve sokmayı, hayvanlarla yatıp kalkma gibi bir hadsizliği İslam kabul etmez. Yine adaletli olunmalı deyip, mazlumlara hakları verilmelidir deyip sonrada merhamet duygularına kapılarak suçlulara cezai müeyyidelerin verilmemesini İslam asla kabul etmez.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Zina eden kadın ve erkeğin her birine, yüzer değnek vurun! Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onlara duyduğunuz merhamet duygusu, sizi Allah’ın hükmünü uygulamaktan alıkoymasın! İnananlardan bir topluluk da, suçluların cezalandırılmasına şâhitlik etsin. (Nur Suresi: 2)
Bu din bize her konuda vasat olmayı emrediyor. Her türlü aşırılıklardan uzak, vahye dayalı, dengeli, ölçülü, uyumlu, âdil, iyiliksever bir şahsiyet olmayı emrediyor.
Allah Teâlâ İslam ümmetine önemli sorumluluklar yüklemiştir. Daha hayırlı, daha adil, daha dengeli ve istikamet üzere olmak manasına gelen “vasat ümmet” olma özelliği de bu sorumlulukların en önemlilerindendir.
Vasat olmanın zıddı, ifrat ve tefrit üzere olmaktır. İstenilen şeyden daha fazlasını yapmak ifrat, daha azını yapmak ise tefrittir. İfrat ve tefrit, makbul olmayan, dinimizin nazarında hoş karşılanmayan davranış biçimleridir. Makul olan ise itidal üzere olmaktır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
İşte böylece sizi, orta yolu izleyen bir ümmet yaptık ki, tüm insanlığa karşı şâhitler olasınız ve bu Peygamber de size karşı şâhit olsun. (Bakara Suresi: 143)
İslam da olmayan birçok bidat ve hurafeyi İslam’ın hükümleri gibi gösterenler, İslam’da var olan birçok hükmü işlerine gelmediği için tahrif edenler ve İslam’da var olan birçok hükmü ise görmezden gelerek hasıraltı edenler İslam’ı tahrif edip Müslümanlara ihanet etmiş olurlar.
Müslümanlarda olması gereken hoşgörü ve merhamet anlayışı menhecinden saptırılıp ifrat ve tefrit edenler de aynı şekilde İslam’ı tahrif edip Müslümanlara ihanet etmiş olurlar. Çünkü bu insanlar Müslümanlarda olması gereken bu ahlaki anlayışı ifsat ederek dini bozarlar hoşgörü ve merhamet konusunda durmaları gereken yerde durmazlar ve Müslümanlara zarar verirler. İşte Osmanlı devletinin yıkılmasının en önemli sebeplerinden biride hoşgörü ve merhamet anlayışının ifsat edilmesidir. İyice anlaşılsın diye tekrar edelim.
İslam’ın bize öğrettiği hoşgörü ve merhamet anlayışını ifsat ederek bozan bir milletin başına gelenleri kısaca anlatmaya çalıştık.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha hoşgörülü olmaya kalkarsanız ya mazlumlara zulmedersiniz ya da gelecekte birçok fitneye sebep olup birilerinin canını yakarsınız.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha iyi Müslüman olmaya kalkarsanız ifrat veya tefrite düşüp yoldan saparsınız.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha hoşgörülü daha iyi Müslümanlık olunmuyormuş.
Müslümanlar hoşgörü ve merhamet konusunda Peygambere muhalefetin cezasını koca bir İmparatorluğun yıkılışıyla görmüş oldular.
Müsennif VELİOĞLU